Hümanistik (İnsancıl) Psikoloji (Üçüncü Güç Hareketi)
1960’ların ilk yıllarında Amerika’da Hümanistik Psikoloji veya üçüncü güç olarak bilinen bir hareket gelişmeye başlamıştır. Hümanistik Psikoloji, yeni davranışçılar veya yeni Freudcular örneklerinde olduğu gibi herhangi bir mevcut ekolün yeniden düzenlenmiş veya uyarlanmış bir şekli olmak niyetinde değildi.Hümanistik psikolojinin istediği üçüncü güç teriminin de ima ettiği gibi , psikolojideki iki temel güç olan davranışçılık ve psikanalizin yerine geçmekti.
Hümanistik Psikoloji olarak adlandırılan psikoloji akımı, insan davranışlarını yöneten etmenleri açıklarken, insanın gelişim gücü yüksek bir varlık olduğu görüşünü temel bir ilke olarak kabul eder. İnsanda varolduğu varsayılan bu güç “kendini gerçekleştirme” güdüsüdür. Özü gerçekleştirme, benliği gerçekleştirme, insanın gizil güçlerini kullanması ve geliştirmesi anlamına gelir. İnsanın gizilgüçlerinin donanımı “ne” olmaya, neyi gerçekleştirmeye elverişli ise, süreç içinde “o” olması demektir. Bu anlamıyla her kişinin gizilgüçleri birbirinden ayrıdır, kendine özgüdür ve bu yüzden gelişme yönünün de başka bir özellikte ve kendine özgü olması gerekir. Elverişli ortamlar ortaya çıktığında, bu psikolojik gizil güç, organizmanın “kendini gerçekleştirmesine” doğru bir süreç izleyecektir (Topses, 2003, s.153)
20. yüzyılın ortalarında psikolojide insanlığa dönük iki farklı bakış açısı bulunmaktaydı. Bunlardan biri Freud’cu görüştür. Bu görüşe göre hepimiz sürekli olarak bilinçdışından davranışımızı yönlendiren cinsel ve saldırgan içgüdülerin etkisi altındayızdır. Diğer bir görüş ise, insanı ileri düzeyde gelişmiş büyük bir fareden pek farklı görmeyen davranışçı yaklaşımdır. Farenin laboratuar uyarıcısına tepki göstermeye koşullandırılması gibi, insanların da üzerinde denetim kuramadıkları çevresel uyarıcılara tepki gösterdiğini öne sürmüşlerdir. Davranışın, kişisel seçimlerden çok, alt benlik dürtülerinin ya da öğrenme öykülerinin etkisi altında olduğu söyleniyordu. Hümanistik yaklaşımı bunlardan ayıran temel nokta, kişilerin kendi eylemlerinden büyük oranda sorumlu olduğunu varsaymasıdır. 1960’lardaki bireysellik ve kişisel ifadeye yapılan vurgu hümanistik psikolojinin büyümesi için uygun bir ortam yaratmıştır (Burger, 2006, s.416-417).
Hümanistik psikolojinin kökleri temel olarak iki alanda yatar: Avrupa kaynaklı varoluşçu felsefe ve Carl Rogers ile Abraham Maslow gibi bazı Amerikalı psikologların çalışmaları. Varoluşçu felsefe, varlığımızın anlamı özgür iradenin rolü, her insanın biricikliği üzerine pek çok soruyu ele alır. Varoluşçu felsefe görüşü psikologlar arasında tartışmalarda yer almaya başladığında, iki Amerikalı psikolog da geleneksel psikoloji kuramlarından hümanistik yaklaşıma geçtiklerini ilan eden yazılar yazıyordu (Burger, 2006, s.417-418). Bu yaklaşımların her ikisinin de insanı insan yapan en önemli bazı özellikleri dışladığını düşünüyorlardı -örneğin, seçim, değerler, sevgi, yaratıcılık, öz farkındalık, insan potansiyeli gibi. 1950’lerde resmi olarak “hümanistik psikoloji” adını verdikleri yeni bir ideolojik okul kurdular. Bazen Psikolojide “üçüncü güç” olarak adı geçen hümanistik psikoloji artan üye kayıtları ve binlerce akıl sağlığı uzmanının katıldığı yıllık toplantılarıyla güçlü bir organizasyon haline geldi. 1961 yılında Amerikan Hümanistik Psikoloji Derneği (American Association of Humanistic Psychology) yazı kurulunda Carl Rogers, Rollo May, Lewis Mumford, Kurt Goldstein, Charlotte Buhler, Abraham Maslow, Aldous Huxley ve James Bugental gibi ünlü isimlerin yer aldığı Hümanistik Psikoloji Dergisi’ni (Journal of Humanistic Psychology) kurdu (Yalom, 1999, s.34).
Hümanist psikologlar varoluşçuluk felsefe görüşü ve ilkelerini geniş ölçüde benimsemişlerdir, onlara göre (Baymur, 1978, s.302-303):
1. Her insan, duyuş, algılayış ve davranış biçimleri ile kendine özgü bir varlıktır.
2. İnsanın canlı kalmaktan öteye giden amaçları vardır. İnsan, özgürlüğünü korumak, potansiyellerini gerçekleştirme sorumluluğunu duyup kendi öz doğasına göre davranmak ve gelişmek isteyen bir varlıktır.
3. İnsan kendinden, edimlerinden kendisi sorumludur. Hayatını kendisi için anlamlı hale getirmek üzere seçim ve tercihlerde bulunma yetisine sahiptir.
4. İnsan ölümsüz değildir, dünyadaki varlığı sürelidir ve hiçbir yaşantısı tekrar etmeyecektir.
5. Geçmiş ya da gelecek değil, yaşanılan an önemlidir. İçinde yaşanılan zaman geçmişi kapsadığı gibi, geleceği de bir ihtimal olarak içerir.
Hümanist psikologlar metodoloji bakımından fenomenolojiyi benimsemişlerdir. Buna göre insanlar içinde bulundukları durumları kendilerine göre algılamakta ve bu durumlarda kendi algılamalarına göre davranmaktadırlar. Bireyin içinde bulunduğu fenomenal alan –herhangi bir anda, kendisini, çevresini, kendine özgü bir biçimde algılaması- gerçeğin tam kendisidir, her an değişir, yeniden örgütlenir ve yeni anlamlar kazanır (Baymur, 1978, s.304).
Hümanist psikoloji felsefeden tamamen kopma eğilimini gösteren psikolojinin yeniden felsefeye yaklaşmasını temsil eder (Baymur, 1978, s.304).
Hümanistik psikolojinin ana temaları şunlardır:
1. Bilinç deneyimleri üzerinde durmak
2. İnsan doğasının bütünlüğüne inanmak
3. Özgür irade, spontanlık ve bireyin yaratıcı gücü üzerinde odaklanmak
4. İnsan koşullarına ilişkin tüm faktörlerin araştırılması
Hümanistik Psikoloji Üzerine İlk Etkiler
Diğer hareketlerde olduğu gibi , Hümanistik psikolojinin ilk işaretleride psikologlardan gelmiştir.
Wundt’ un muhalifi ve Gestalt psikolojisinin ilk işaretçisi Fransız Breantono psikolojiye mekanik, indirgemeci, doğa bilimleri yaklaşımlarını eleştirmiş ve bilincin molekülleri değil, molar nitelikli çalışmalarının taraftarı olmuştur.
Oswald Küple tüm bilinç yaşantılarının temel formlara indirgenemeyeceğini veya uyarıcıya verilen tepki ile açıklanamayacağını göstermişti.
Carl Rogers danışan-merkezli terapi olarak bilinen bir psikoterapi yaklaşımıyla ün kazanmıştır. Terapisinde elde ettiği veriler ile bir kişilik teorisi geliştirmiştir.
Rogers’ın teorisi Maslow’un kendini gerçekleştirme kavramına benzer şekilde tek bir motive edici faktör üzerine yoğunlaşmıştır.
Fakat Maslow’dan farklı olarak Rogers’ın düşünceleri duygusal olarak sağlıklı olan insanlarla yaptığı çalışmalarla değil üniversitenin danışma merkezlerine tedavi için gelen bireylere uygulanan danışan merkezli terapilerle olmuştur.
Terapisinin ismi Rogers’ın insan kişiliğine ait düşüncelerini belli eder. Terapi sürecinin sonunda hedeflenen değişim sürecinde sorumluluğu terapist üzerine değil kişinin kendisine yani danışana verilir.
Rogers insanın kendi düşünce ve davranışlarını istenmeyenden istenene doğru bilinçli ve makul bir şekilde değiştirebileceğini düşünmüştür. Bizim daima bilinç altı güçlerinin ve çocukluk yaşantılarının etkisinde olacağımıza inanmamıştır. Kişilik şu yaşanan anda ve bizim onu nasıl algıladığımızla şekillenir. (Schultz&Schultz, s.668-670)
Rogers’ın Hayatı
Carl Rogers Chicago’nun bir banliyösü Oark Park’ta dünyaya geldi.Ebeveynlerin katı dini görüşleri vardı ve bunlar Rogers’ın tüm çocukluk ve ergenlik sürecini etkilemişti. Her türlü duygu göstergesinin bastırılması dahil olmak üzere anne babasının inançları doğrultusunda Rogers’ın kurallarına göre değil onların kurallarına göre yaşamaya zorluyordu.
Sürekli okuyan yalnız bir çocuktu bu yalnız ve yalıtılmış hali Rogers’ın kendi deneyimlerine güvenmesine sebep olmuştu. Rogers’ın doğaya karşı büyük bir ilgisi vardı.
Entelektüel hayatı bir noktaya odaklanmış olduğu halde duygusal hayatı kargaşa içindeydi. Yaşadığı o dönem için “Bu dönemdeki hayallerim kesinlikle çok tuhaftı ve belki de bir doktor tarafından şizoid olarak sınıflandırılabilirim. Ancak hiçbir zaman bir psikologla bağlantım olmadı.” demiştir.
Yirmi iki yaşında Çin’de bir öğrenci konferansına katılığında kendisine ebeveyninin köktenci inançlarından kurtardı ve daha liberal bir hayat felsefesi oluşturdu.
İnsanların kendilerini geliştirmek ve ilerletmek için aktif ve bilinçli bir şekilde çalışabileceklerine ikna olmuştur.
1931 yılında Colombia Üniversitesinin Öğretmenler Fakültesinde klinik ve eğitim psikoloji alanlarında doktora derecesi aldı. 9 yıl sorunlu ve dezavantajlı çocuklarla çalıştı.
1940 yılında Ohio State, Chicago ve Wisconsin Üniversitelerinde öğretmenlik göreviyle akademik kariyerine başladı. Teorisi ve kendine özgü psikoterapi yaklaşımını da bu yıllarda geliştirdi.
1946 yılında APA’ya başkan seçilmiş ve Seçkin Bilimsel Katkı Ödülü ile Seçkin Mesleki Katkı Ödülü almıştır. (Schultz&Schultz, s.678-679)
Merkezimizde alanında uzman psikolog, klinik psikolog, psikoterapist, aile danışmanı, çift ve aile terapisti ve cinsel terapistler görev almaktadır. Kadromuzda bulunan uzman psikologlar, Ataşehir ve Nişantaşı merkezlerimizde çalışma programlarına göre saat 08:00 – 21:00 arasında hizmet vermektedir. Ofisimiz randevu sistemi ile çalıştığından dolayı mutlaka telefonla arayıp randevu almanızı öneririz.
Ataşehir Ofisimiz
ADRES: Brandium Rezidans A Kapısı R2 Blok D:102 K:10 Küçükbakkalköy – Ataşehir – İstanbul
TELEFON: 0 532 716 60 33 / 0216 504 46 09 / 0542 504 22 42
E-POSTA: bilgi@eslikpsikoloji.com
Nişantaşı Ofisimiz
ADRES: Valikonağı cad. Şakayık sok. no:42 Ihlamur palas apt. Teşvikiye – Nişantaşı – İstanbul
TELEFON: 0 532 716 60 33 / 0216 504 46 09 / 0542 504 22 42
E-POSTA: bilgi@eslikpsikoloji.com